Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bin bir çeşit hayvanın mutluluk içinde birlikte yaşadıkları bir ülke varmış. Bu ülkede her yıl çeşitli olimpiyatlar yapılırmış. Bu sene yapılacak olan olimpiyatlar halk oyunları alanında olacakmış.
Yarışmaya katılacak olan hayvanların bazıları kendine bir dans bulmuş. Bazıları ekip olarak hazırlanmış. Hatta insanlara ait halk oyunları kasetlerini temin edip onların danslarını taklit edecek olanlar bile varmış. İşte fil ekibi böyle bir kaset bulmuş. Anadolu’ya has bir oyun olan “halay” ı deneyeceklermiş.
İlk iş olarak, kaseti onlarca defa izlemişler. Halay çeken insanların el, kol, ayak hareketlerini ezberlemişler. Önceleri yavaş yavaş oynadıkları oyunlarını zamanla hızlandırmışlar. Deve onlara davul çalmış, horoz da zurna. Öyle âhenkle oynuyorlarmış ki, görenler hayran hayran onları izliyormuş.
Çalışmaların devam ettiği günlerden birinde, halay çeken fillerin altındaki köstebekler rahatsız olmuşlar. Onlar kendilerine tünel kazıp yuva yapmaya çalışırken yirmi tane fil “Haydi!” deyip hep beraber ayaklarını yere vurunca ne tünel kalıyormuş ne de yuva. Filler, bir ara tavşan yuvalarının üzerinde tepinmiş ve onları da rahatsız etmiş. Tavşanlar, yıllardır yaşadıkları yeri terk edip daha sessiz sakin yerlere taşınmak zorunda kalmışlar.
Yer altındakilerin durumunu öğrenen filler, verdikleri rahatsızlıktan üzüntü duymuşlar. Köstebeklerden ve tavşanlardan özür dileyerek kimseyi rahatsız etmeyecekleri bir yere gitmişler. Burası geniş bir ovaymış. Uzun yeşil otlarla kaplıymış. Otlağın altında ne köstebek, ne solucan ne de tavşan bulunuyormuş. Filler, “Tam bize göre bir yer!” deyip, hep bir ağızdan “Hey!” diye bağırarak halay çekmeye başlamışlar. O geniş alanda deve vurmuş davula, horoz üflemiş zurnaya. Filler, döne döne halay çekmişler. Arada ayaklarını yere vurdukça, orman ahalisi deprem oluyor zannetmiş. Çalışmalar kırk gün kırk gece sürmüş. Öyle ki, halay ekibindeki şişman filler bile zayıflamış.
Ne var ki, bu çalışmalar sırasında o geniş düzlükteki uzun otlardan eser kalmamış. Meğer bu geniş düzlük yaban atlarının ve zebraların otlağıymış. Uzun, yeşil otları hayâl ederek ovaya gelen zavallı hayvanlar büyük bir şaşkınlık yaşamışlar. Küçük yavrulara, gebe kısraklara ne diyeceklerini bilememişler.
Neyse ki çok uzak olmayan başka bir otlak daha varmış ve onlar da oraya doğru yola koyulmuşlar. Vardıkları gün dinlenmek için uyuyup, ertesi günkü büyük gümbürtüyle uyanmışlar.
Meğer filler, sabah erkenden yine halay çekiyormuş. Ayaklar yere vuruldukça ağaçların yaprakları oynuyor, göllerdeki sularda dalgalar meydana geliyormuş. Dere kenarına su içmeye giden atlar, durumu anlayıp, da artık fillerin halayına alışınca birbirlerine şöyle demişler:
— Ne olacak! Filler tepişir, otlar ezilir. Olan da otla beslenenlere olur. Şu olimpiyatlar bitse de herkes rahat etse.
Kiminin memnun, kiminin rahatsız olduğu bu seneki olimpiyatlar nihâyet son bulmuş. Filler, final günü kendilerini oyunlarına o kadar kaptırmışlar ki az daha seyircilerin olduğu bölümler yıkılacakmış. Olimpiyat heyeti, güzel hazırlandıkları ve iyi bir oyun sergiledikleri için fillerin oyununu birinci seçmiş. Seçmiş ama olimpiyat hazırlıkları sırasında orman halkının rahatsızlığını dile getirmeden edememiş. O seneden sonra hayvanların yarışmaya halay oyunuyla katılmasına yasak getirilmiş.